Tarih boyunca Türkiye Polonya ilişkileri
XIV ile XV y.y’ın başlangıcına kadar Türkiye ile Polonya arasında hudut belirsizdir. I.Memed’in 1417’de Dobruca ile Buğdan’ı fethedilmesi üzerine iki devletin sınırları birbirine daha çok yaklaşmıştır.
Bugüne kadar, Polonya (Lehistan Krallığı) ile Türkiye arasındaki ilişkilerin kurulmasından tam 584 yıl geçmiştir. 1414 yılında Lehistan Kralı olan Wladyslaw Jegiello ilk defa I. Mehmet’e Skarbek z Gory (Goralı Skarbek) ve Grzegorz Ormianin (Ermenli Gregor) adlarındaki Lehistan şövalyeleri elçi olarak gönderdi.
Hem Polonya, hem Türk uzmanlarına göre Polonya Kralı’nın Osmanlı Padişahına iki elçi göndermesi, diplomatik ilişkinin başlangıcı olarak kabul edilmelidir.
Bu iki elçinin başarılı çalışmaları sayesinde, o zamanki iki güçlü devletin arasındaki dostluğu pekiştirilmiş ve kuvvetlendirilmiştir. Bu dostluk ilişkileri diğer Avrupalı Devletlerin dikkatini çekmiştir. 1421’de ünlü bir Fransız şövalyesi ve diplomatı olan Gillbert de Lannoy, Polonya Kralı Wladyslaw Jagiello’dan kendisi için Osmanlı Padişahına tavsiye mektubunu yazmasını rica etmiştir.
XlX. y.y. başlarına kadar Polonya’dan Türkiye’ye 50’yi aşkın elçinin geldiği tespit edilmiştir.
Bazı elçilerin göreve gelmeleri bazen çok ilginçti. Mesela 1565’te Polonya Kralına, Bursa’dan kadife almak amacıyla Istanbul’a bir elçi geldi. Kralın gönderdiği bu elçi, Padişaha müraccat etti. Maksadını anlattı. Padişah o zamanki resmi devlet kuruşlarına ve resmi yazışmalara göre Bursa kadısına yazılı emir gönderdi. Bu yazıda, Polonya Kralı için kadife ve diğer bazı malları alacak elçiye kimsenin dokunmaması, satın alacağı malın ticaret amacıyla değil, bir kral için olduğu belirtildi. Padişah, Kral için satın alınacak 4000 florinlik, kumaştan gümrük resmi istenmemesini emretti. XVl. y.y. ortalarında, Polonya kralı, Bursa’nın ünlü kumaşlarından giyiniyordu.
Polonya’dan Türkiye’ye gelen elçiler arasında Doğu dilleri uzmanı olanları da vardı. 1572 ve 1587 yıllarında, elçilik yapan Pawel Beone, padişahla Türkçe konuşmuştur.
Osmanlılar’ın Lehistan Krallığına gönderdikleri elçilerin sayısı 20’ye yakındır. Türklerin ilk elçi göndermesi, Sultan 2. Beyazid dönemine rastlar. Hatta 1569’da Polonya’ya gönderilen elçi Ibrahim Strasz, aslen Polonyalı idi. Osmanlı Hariciyesinde tercümanlık görevinde iken, elçi olarak Polonya’ya gönderildi.
Osmanlı Imparatorluğu’nun XV. y.y’da askeri kuvvetinin hızlı artışı Avrupa’daki Hıristiayan devletlerce Osmanlı Devleti’ne karşı ittifakın imzalanmasına yol açmıştır. Polonya ise, bu durumun kendi siyasi çıkarlarına aykırı olmasına rağmen, Hıristiyanlığı savunması namına, birleşmiş devletlerin tarafını tutmak mecburiyetinde kalmıştır. Fakat Polonya’nın bu tutumu Polonya ile Osmanlı Devleti arasındaki diplomatik ve ticari ilişkileri değiştirmemiştir. Nitekim Sultan II.Murad 1439’da Polonya Kralına dostluk ve askeri ittifak teklif ederek Polonya’ya elçi heyet göndermiştir. Müslüman Osmanlı Devleti aleyhine Hıristiyan devletlerin düzenlediği “haçlı seferleri” sırasında Polonya bu ittifaka iştirak etmemiştir.
Bugün aralarında binlerce kilometre mesafe bulunan Türklerle ve Polonyalılar, geçmişte aynı sınır üzerinde komşuluk yapmışlardı. Tarih, toprakları, hudutları aynı olan milletlerin dostlukları kadar kavgalarıyla da doludur.
Türkiye ile süregelen iyi münasebetler II.Bayezid’in sultanatı sırasında (1484’te) kopmuştur. Jagiello Hanedanı’ndan Zygmunt (Sigmundus) ve oğlu Zygmunt August ne pahasına olursa olsun karşılıklı ilişkilerde barışı korumağa gayret etmişlerdi. O devirden Polonya ile Osmanlı Devleti arasındaki ilişkiler ile ilgili en zengin diplomatik mektuplar kalmıştır. Adı geçen mektuplaşma, sultan fermanları, ahitname, barış koşulları, garanti mektupları, ticaret teminat mektupları, mali belgeler, esirlerin alışverişine dair varaklar, hudut meselesine dair belgeler v.b. kapsamaktadır. 1533’te imzalanmış olan dostluk antlaşması uzun zaman sürmemiştir.
XVII. y.y’da iki ülkenin orduları birkaç defa savaşa girmiştir. 1620’de Çeçora olarak bilinen ve 1621’de Hotin harekatında Türk orduları durdurup hatta da büyük yenilgiye uğratılmıştır. 1623’ta Türkiye ile akdedilen dostluk antlaşması iki tarafça istenen ve yaklaşık elli sene sürecek olan barışı getirerek iki devletin arasındaki münasebetleri düzenlemiştir.
1672’de Polonya’ya karşı ikinci Türk seferi sonucu en önemli şehri Kameniça olmak üzere Podolya bölgesi Osmanlı Devletine geçmiştir. Jan III. Sobieski’nin başkomutnalığı altında Polonya kuvvetlerinin Hotin zaferi (1673) durumu değiştirmemiştir. Bu savaşın en meşhur çatışması II. Viyanna kuşatması (1683 ) Jan III. Sobieski kumandasındaki Polonya ordusunun Merzifonlu Kara Mustafa Paşa kumandasındaki Türk ordusunu bozguna uğratmasına rağmen siyasal bakımından o zaman zor durumda bulunan Lehistan’a pek fazla fayda getirmemiştir. Avrupa’yı Türklerden koruma bahanesiyle cesur Polonyalıların ülkesi, bu olaydan yüz yıl sonra, Rusya, Prusya ve Avusturya arasında paylaşılmıştır.
Türklerle Polonyalılar’ı tekrar kucaklaştıran, dostluklarını uzun yıllar devam ettiren Karlofça Antlaşması (1699). Avusturya, Rusya, Polonya ve Venedik temsilcilerinin ile Osmanlı Imparatoruyla görüşmeleri sonunda varılan anlaşmaya göre o zamanki Polonya Ukraynasının iki büyük eyaleti (Podolya ve Kameniça) Polonya’ya iade edilmiştir.
Polonya’da Sakson Sülalesi’nin hükümdarlığı müddetinde karşılıklı münasebetlerin gelişmesi büyük derecede sınırlı bulundu. Polonya’nın son Kralı Stanislaw August Poniatowski tahta çıkınca karşılıklı münasebetlerin canlandırılması için çabalarda bulunmuştur. Bunun sonucu Franciszek Potocki başkanlığındaki son büyük elçi heyeti gayretleri sayesinde 1790’da karşılıklı askeri yardımlaşma ve ittifak tasarısı gündeme getirilmiştir. Polonya’daki siyasi olaylar adı geçen tasarının gerçekleştirilmesine engel olmuştur. Polonya Krallarının güttükleri doğu politikası -ki Polonya için yararlı karar ve tespitleri sağlayamamıştır- XVIII y.y’ın son yıllarında başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Polonya’nın üç Komşu Devleti tarafından (Rusya, Prusya, Avusturya) yapılmış olan taksimleri (birincisi: 1772, ikincisi: 1793 ve sonuncu 1795) sonucu olarak Polonya, bağımsız devlet olarak 1918 yılına kadar Avrupa haritasından 150 yıl boyunca silinmiştir.
Birinci Taksimden önce Çarlık Rusyası ile Osmanlı Imparatorluğu arasında çıkan savaş sıralarında bağımsızlığını kaybetmek üzere olan Polonya’da o zamandan kalan deyim bugüne dek Polonya halkı arasında canlı şekilde anılmaktadır: ” Türk atları Polonya Vistul nehrinden su içtikleri zaman, Polonya hürriyetine yine kavuşacaktır”.
Polonya’nın taksimlerini o zamanki uygarlık dünyası devletlerinden yalnızca Osmanlı Imparatorluğu kabul etmemiştir. Sultan’ın yabancı diplomatları kabul ettiği Merasim günlerinde “Polonya elçisi yoldadır, ancak yollardaki müşkilat yüzünden gecikmiştir” formülünün denmesi Türkiye’nin Polonya’ya karşı dostluğu dile getirmesi ve Polonya Devletinin parçalanmsını tanınmamış olmasını güzel ve duygusal örneklerinden biridir.
Lehistan’nın Avrupa haritasından silinmesi, Osmanlı Devletinin tehlikeli olan komşularının güçlendirmiştir. Osmanlılar Lehistan’ın durumuna düşme tehlikesi ile karşı karşıya gelmiştir. Bunun üzerine Osmanlılar bağımsız devleti olmayan Polonyalılara gerçek dost ve müttefik olarak el uzatmaya çalışmışlardır. Polonya meselesine o zaman için dünya devletleri arasında en sadık kalan gerçek müttefik Osmanlılardır.
Hem Osmanlılar, hem de Polonyalılar siyasi işbirliği yaparak dostluklarını kuvvetlendirdiler. Yıllarca Polonyalı göçmenlerin en önemli yerleşim merkezi Istanbul olmuştur. Osmanlılar, Polonyalı vatanseverlere daima ülkesini açık tutmuştur. Istanbul’da Boğaz kenarında Polonya göçmenlerinin siyasi şubesi açılmıştır. Osmanlı Devleti imkanları ölçüsünde bu şubeyi korumuş hatta ona maddi bakımından yardımda bulunmuştur. 1774’te yapılan Küçük Kaynarca antlaşmasının bir maddesine göre Polonyalı mülteciler Rusya’ya iade edilecektir. Ama Osmanlı Devleti hiç bir zaman bu maddeyi uygulama safhasına koymamıştır.
XlX.y.y., baskı altında yaşayan Polonya’da, ve baskıya karşı çıkan vatanperverlerin ayaklandıkları olaylarla doludur. Bellibaşlı üç ayaklanma (1831, 1848, 1863), Polonya tarihinin önemli olayları arasında yeralmakla, Türk tarihini de yakından ilgilendirmiş bulunuyor. Çünkü bu milli ayaklanmalarda başarısızlığa uğrayan ihtilal liderleri başlarını ancak Osmanlı Devleti’ne sığınmakla kurtarabilmişlerdir. Hatta bunların bir kısmı, mücadelelerini Osmanlı Devleti’nde devam ettirmek üzere örgütlenmişler, Rusya ve Avusturya Türkiye’ye sığınan Polonya mültecilerin iade edilmesini ısrarla talep etmişlerdir.. Tanzimatın genç padişahı Sultan Abdülmecid, Avrupa siyaset aleminde hayranlık uyandıran bir demeçle bulunmuştur. Hürriyet uğuruna ayaklanan Polonyalıların sonsuz saygı gösterisine vesile olan Padişahın bu deklarasyonu özetle şöyledir: “Tahtımı veririm. Fakat devletime sığınanları asla geri veremem”.
Sığınan Polonya askerleri Padişaha lâyık şekilde hizmet vermişlerdir, bunlar arasında en ünlüsü, 1848 ayaklanmasına katılan general Jozef Bem (Murat Paşa) olmuştur. Kendisi ve arkdaşlarıyla birlikte Müslümanlığı kabul ederek, Türk Ordusuna katılmışlardır. Gen. Bem Islamlığı kabul ettikten sonra müşirlik (Mareşal) rütbesi ile Murat Paşa olunca, Halep’teki Türk ordusunun başına gönderilmiştir.
Türkiye’ye sığınan ünlü askerler arasında Kont Michal Czajkowski (Kont Çayka) 1850’de Müslüman olunca, bu ünlü Polonyalı aydın ve askerin adı Mehmet Sadık olmuştur. Özellikle Kırım Savaşı sırasında Türkiye’de Kazaklardan oluşan Polonyalı Lejyonun komutanlığını yapmıştır. 1853 – 1856 yılları arasında, Rusya’ya karşı, Türklerle aynı safta kahramanca dövüşen Çayka Paşa’nın birliğine, Sultan Abdülmecid Türk Sancağı hediye etmiştir. Sadık Paşanın Islam dinini kabul eden eşi, Ludwika’da 1886’da Cihangirde ölmüştür. Ludwika, Polonya’nın tanınmış bir kadın bilginidir. Osmanlı Saraylarında kurduğu dostluklar sebebiyle saygı görmüştür. Mehmet Sadık’ın bu ünlü eşi öldükten sonra Polonezköy’e götürülerek büyük bir törenle gömülmüştür. Polonyalılar bunun anısına Polonezköy’de abide niteliğinde bir mezar yaptılar. Bu mezarın bir sütunu kırılmış olarak yapılmıştır. Bu anıt mezar, Polonezköy’ün hâlâ görülmeye değer eserlerinden biridir.
Asıl adı Konstantyn Borzecki olan, Mustafa Celaleddin Paşa, 1848 Polonya ihtilaline karışmıştır. Önceden Fransa, sonra da Türkiye’ye sığınmak zorunda kalmıştır. Borzecki, Istanbula gelir gelmez hemen Türk Ordusunda görev almıştır. Konstantyn Borzecki, maiyetinde çalıştığı Ömer Lütfi Paşa’nın takdir ve sevgisini kazanmıştır. Daha sonra Müslüman olarak, bu Paşanın kızı ile evlenmiştir. Türkiye ile ilgili olarak, 1869’da Türklerin tarihini yazmıştır Les Turcs Anciens et Moderns adında önce Fransızca sonra da Avrupa dillerine çevirilerek önemli bir kitap yayınlanmıştır. Bu eserinde Mustafa Celaleddin Paşa, Türklerin milli bilincini uyandırmaya çalışıyordu. Celaleddin Paşanın ölümünden 50 yıl sonra Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk onun fikirlerini önemseyerek devam ettirmiştir. Atatürk, Mustafa Celaleddin Paşa için “Bu Polonyalı gerçek altından anıta layıktır” diyerek onu takdir etmiştir. Istanbul’da Harp Okulunda uzun yıllar harita hocalığı yapan Mustafa Celaleddin Paşa savaşlara da katılmıştır. Mustafa Celaleddin bulunduğu bütün savaşlarda, üstün yararlıklar göstermiştir. Hayranlık uyandıran bu yiğitliği sayesinde genç yaşta paşalığa yükselmiştir. Oğlu, Mirliva Enver Paşa Türk Ordusunun ünlü komutanlarındandır. Mustafa Celaleddin Paşanın torunu olan Nazım Hikmet daima Polonya’yı kendisinin ikinci vatanı saymıştı.
I. Dünya Savaşından sonra oluşturulmuş Avrupadaki kuvvet dengesi bağımsız Polonya devletinin kurulmasını sağlamıştır. 1910 – 1922 yılları arasında yapılan kurtuluş savaşının başarı ile sonuçlanması neticesinde bağımsız Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruldu. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu modern Türkiye Cumhuriyeti resmi olarak tanıyan ünlü Lozan Antlaşmasının (1923) Avrupa devletlerince imzalanamasından bir gün önce, genç Türkiye Cumhuriyetini tanıyan ilk Avrupa devleti -Polonya Cumhuriyeti olmuş. 1993’te, Polonya-Türkiye Barış ve Dostluk Antlaşmasının 70. yıldönümü kutlamaları çerçevesinde bu olay özenle anımsanmıştır.
1918 yılında Polonya istiklalisine kavuşmasından sonra siyasi göçmenlerin bir kısmı Polonya’ya geri dönmüşler ve Türkiye’de ancak birkaç yüz Polonyalı kalmıştır. Bu Polonyalıların 200 kadarı Polonezköy’de, çok az bir kısmı da Istanbul’da oturuyordu. Istanbul’da oturanlar aynı zamanda “Polonya Evi” derneğinin de üyeleriydiler. Bu derneğin faaliyetlerini devam ettiriyorlardı.
II. Dünya savaşı esnasında da Polonya-Türkiye dostluğu devam etti. Türkiye imkanları ölçüsünde Polonya’ya yardımcı oldu. Savaşın ilk aylarında Poloya’dan kaçan askerler ile diğer Polonyalılar önce Türkiye’ye ve buradan Batı Avrupa ülkelerine gittiler.
Polonya Hükümetine ait hazine altını Istanbul’a getirilmiş ve buradan bütün Anadolu dolaşılıp emin bir yere ulaştırılmıştır. Bu hazinenin serbestçe taşıma imkanını Türk hükümeti sağlamıştır. Türkiye savaşa girmemişti. Faşizm tehlikesinin dışında bulunması nedeniyle Polonya kuryelerinin güvenlik içerisinde bulunduğu bir ülke idi. Polonya kuryeleri diğer ülkelere Türkiye üzerinden gidip geliyorlardı.
II. Dünya Savaşı sırasında Ankara’daki Polonya Büyükelçilği yoğun şekilde çalışıyordu. Hitler Almanyası’nın o tarihlerde Türkiye Büyükelçisi olan von Papen, Türk Hükümetine başvurmuş ve Ankara’daki eski Çekoslovakya Büyükelçilik ikametgâhının kendilerine ait olması gerektiğini anlatmış ve sonuçta bina Almanya’ya verilmiştir. Von Papen gelmiş, buraya yerleşmiştir. (Çekoslovakya Devleti, II. Dünya Savaşından bir yıl önce (1938) Anschluss antlaşmasına göre Almanya’ya verilmiştir.)
Nazi orduları 1939’da Polonya’yı işgal ederken von Papen yine sehneye çıkıyor ve halen Polonya diplomatik misyonunun bulunduğu bina ve güzel bahçenin de (Polonya Büyükelçiliği binası eski Çekoslovakya misyonunun binasının 150 metre mesafesinde bulunuyordu) tıpkı Çekoslovakya’nın olduğu gibi kendisine verilmesini talep ediyordu. Zamanın Cumhurbaşkanı Ismet Paşa, bu isteğe karşı çıkıyor ve diyor ki “Bizim, Polonya ile ananevi bir dostluğumuz var. Geçmişte, Polonya’nın taksimi zamanında, Türkiye Polonya Büyükelçisinin gelişi için 150 sene beklemiştir. Şimdi çok kısa bir müddet için Polonyalı dostlarımızı kıramam ve sizin bu talebinizi Türkiye katiyen yerine getirmez…” Böylece II. Dünya savaşı yılları boyunca von Papen Polonya bayrağını, ikametgâhının penceresinden devamlı seyretmeye mecbur kaldı. 23 Şubat 1945 tarihinde Türkiye Nazi Almanya’sına savaş ilân ederek faşizmin karşısına çıktı. Böylece Polonya’nın müttefiki olduğunu bir daha kanıtlamıştır.
17 Ağustos 1945 tarihinde Türkiye yeni Polonya hükümetini tanıdığını açıklamıştı. Polonya halkı Yalta antlaşmasının neticesinde Sovyet Blokuna mecburen memleketinin katılmasını hiç bir zaman benimsememiş ve 1956, 1970 ve 1980 yıllarda bir nevi isyanlar şeklinde komünizme karşı koymaya çalıştı.
Türkiye’nin NATO’ya girmesi ve Polonya’nın ise Varşova Paktının üyesi olması sebebiyle 1960’lı yılların ortasına kadar siyasal ilişkiler zayıflamıştır. Her şeye rağmen, soğuk savaş sırasında da ticaret ve kültür mübadelesi devam ediyordu.
Polonya-Türkiye diplomatik ilişkilerinin kurulmasının 550. yıldönümünü (1964) eski tarihsel bağlara işaret edilmesine büyük bir fırsat idi. Nitekim Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel bu vesile ile yapmış olduğu konuşmasında iki ülkenin arasındaki eski dostluk bağlarının yeniden canlandırılmasının Türkiye’nin politikasına uygun olacağını belirtmiştir.
O tarihten itibaren, Polonya-Türkiye tarihsel dostane ilişkilerinin, dünya siyasal konjonktöründen bir adım ileride bulunarak yeni ivmesini kazanmış oldu. Dışişleri bakanların ziyaretlerinden başlayarak çeşitli düzeylerde yapılmış olan karşılıklı temaslar sayesinde farklı askeri bloklarda bulunmasına rağmen iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesi, bugünkü dünya uluslararası ilişkilerinde pek rastlamayan bir örnektir.
1967 yılında Avrupada’daki nükler silahlarından arındırma planının ünlü kurucusu olan Polonya Dışişleri Bakanı, Adam Rapacki Türkiye’ye gelmiştir. Üç sene sonra Ihsan Sabri Çağlayangil Varşova’ya giderek aynı doğrulrusunda ve barışı sağlamlaştırılmasına yararlı olan görüşmeleri yürütmüş. Sonra da Ankara’da yayınlanan bir kitapta bu ziyaretlere ait izlenimleri anlattı. 1973’te Polonya Başbakanı P. Jaroszewicz Türkiye’yi ziyaret etmiştir.
1970’li yılların sonunda komünist blokun çökmesini başlaan Polonya demokratik savaşı, 1981’de yapılmış olan askeri müdahale ile durdurulmaya çalışılmıştır. Bunu Batı Dünyası tarafından kınanarak Polonya’daki komünist rejim, hem siyasal hem de ekonomik bakımından ambargoya alınmıştır. Bunun bedeli Polonya halkına çok ağır şekilde yansımıştır.
1987’de askeri iktidar ile “Dayanışma” sendikası başta olmak üzere demokratik akımların temsilcileri arasında yapılan tarihsel “Yuvarlak masa” görüşmelerini hazırlayan zemin, tam 1981’den beri özgür dünya tarafından gösterilen destek sayesinde ayakta durabilmiştir.
1987 Haziran aynında Polonya Dışişleri Bakanı Yardımcısı T. Olechowski Ankara’ya gelmişler. T.C. Dışişleri Müsteşarı Nüzhet Kandemir ile yaptığı görüşmeler neticesinde iki ülke arasında Konsolosluk Antlaşması imzalanmıştır.
1987’de Polonya Parlamento Başkanı, Cz. Malinowski Türkiye’ye geldi.
1988’da ise T.C. Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz’ın ve T.C. Adalet Bakanı, M. Oltan Sungurlu’nun Polonya’ya ayrı olarak iki önemli ziyaretlerinde bulunmuşlar.
1989 devrimi ile başlayan süreçteki siyasal ilişkiler en yüksek seviyesine ulaşmıştır. 1993 ve 1997 yılında T.C. Cumhurbaşkanı, Süleyman Demirel’in Polonya’yı ziyaretleri ve 1994 senesinde Polonya Cumhurbaşkanı, Lech Walesa’nın Türkiye’yi karşılıklı ziyareti hem iki ülkenin münasebetlerine hem de Avrupa’nın yeniden şekillendirilmesi sürecine ve çabalarına çok önemli katkıda bulunmuştur. 1994 yılında Polonya ile Türkiye arasında “Yüksek Düzeyli Sürekli Danışma Komitesi’nin” kurulmasına karar verilmiştir.