Bozcaada’da bağbozumu başladı

Bozcaada’nın merkezinde havada üzüm küspesi kokusu var. Çevredeki şarap fabrikalarına traktörler sepet sepet üzüm taşıyor. Hatıra eşyası satan stantların önünde sıra sıra üzüm sandıkları var. Allısı morlusu, sarışını, tombulu… Renk cümbüşü ortasında bir telaş bir telaş…
Hasat zamanı… Bağbozumu günleri…

Emeğin meyvesi alınıyor. Tam bir yıl sürmüş emeğin. Hatta daha fazlasının: Bağcılar için yılın 12 değil 13 ay olduğunu söylermiş eskiler. Dikilmesi, budanması, çapalanması, ilaçlanması vb. Hiç bitmeyen kaygısı da cabası: Acaba mahsul nasıl olacak?

 

İşte o sorunun yanıtının alındığı günlerdeyiz. Bağlarda insanlar var. Ellerindeki bağ bıçakları ya da makaslarıyla üzümleri kesip sepetlere ya da kutulara dolduruyorlar. Sonra başlıyor yolculuk: Sofralıksa pazaryerlerine, şaraplıksa fabrikalara…

Bu yıl yüzler gülüyor. Geçen yıl öyle değildi. Zamansız yağmurlar ve esmeyen rüzgârlar yüzünden bağlar hastalanmış, üzümler bozulmuştu. Özellikle beyazlar. Adanın efsanevi ‘çavuş üzümü’ mevsimi neredeyse boş geçirmişti.

NEYSE Kİ İYİ BİR YIL OLDU

 

“Bağbozumu değil, bağbozgunu” demiştim bir bağcı dostuma. “İnsan bozgunu” diye yanıtlamıştı.  “Aile bozgunu” da diyebilirdik ya da adanın bağlarını tez elden arsaya çevirmek isteyenlerin bayramı…

O kadar para harca, soğukta poyraz ciğerini sökerken ya da sarı güneş beynini pişirirken çalış, didin, uğraş… Sonuç sıfıra sıfır, elde var sıfır…  Hatta sıfır bile değil, eksi.  Bir sürü borç…

Neyse ki bu yıl  ‘iyi bir yıl’ oluyor! Alınan önlemler ve uygulanan yöntemler sayesinde  hastalığın etkisi sınırlandı, yağmurlar zamanında ve bol yağdı, rüzgârlar vaktinde ve güçlü esti. Bu yıl üzüm bol ve sağlıklı. Sofralıklarda da öyle, şaraplıklarda da. Şimdi hasat zamanı. Bağbozumu…

İLK KESİM DUALARLA
Bağbozumu, yani üzümlerin toplandığı dönem, ağustosun başından eylülün sonuna kadar uzanıyor. Ada Rumları, ilk kesimi 6 Ağustos’ta dualarla yapar ve onu kutlarlarmış. Şimdi de bazı firmalar, ilk kesimi yaptıkları günlerde kendi aralarında küçük kutlamalar düzenliyorlar. Hele mahsul iyi ise…

Evet, ‘iyi bir yıl’ olarak anılacak 2015. Adanın hemen tamamen bağcılık ve şarapçılıktan geçindiği, herkesin bağcı olduğu dönemlerde bile endermiş böyle yıllar. Hep bir şeyler ters gidermiş.  Tam her şeyin yolunda gittiğine inanıldığı sırada bir şey, diyelim haziranda yağan iri taneli dolu, bağları mahvedermiş.

 

Adanın bir bilge bağcısı, İrfan Aral bundan 20 yıl kadar önce bana şöyle demişti: “Kırk yıllık bağcılık hayatımda her şeyin iyi gittiği yılların sayısı dördü geçmez. Ama gene de bağlardan umut kesilmez.” Bir başka bilgeden (Will Rogers) esinlenerek şöyle diyebiliriz: “Bağcının iyimser bir insan olması gerekir, yoksa bağcı olamaz!..”

ARTIK HERKES BAĞCI OLMUYOR 
Adaya geldiğim yıllarda, yani 1980’lerin sonrasında, adada hayatın ritmini bağlar belirlerdi. Takvimi bağcılık takvimiydi: Budama zamanı, çapa zamanı, kükürt zamanı, bağbozumu… Hayat bir döngüydü. Her yıl aşağı yukarı aynı günlerde aynı şeyler yapılırdı. Herkes bağcıydı ya da bağlarla bir bağlantısı vardı.

Adaya gelmeden önce yabancı dilde bir dergi için yazacağım yazının araştırmasını yaparken bir ansiklopedide Bozcaada için şöyle yazıldığını görmüş ve gülmüştüm: “Bozcaada’ya insanlar farklı nedenlerle giderler ama sonunda hepsi bağcı olur.”
Artık öyle değil. Bozcaada’ya gelip yerleşenler artık otelci, pansiyoncu, lokantacı ya da garson oluyor. Adada hayatın ritmi turizm takvimine ayarlı: Bayramlar, tatiller, şenlikler, geziler… “İyi bir yıl” dediğinizde akıllara turizmin durumu geliyor.

 

BAŞKA BOZCADA YOK
Bu arada, bağcılık ve şarapçılığın geleceği konusunda derin kaygılar yaşanıyor. Kontrolsuz turizmin, rant tamahkârlığının, zevsizlik ve kültürsüzlüğün bu minicik pırlantayı yok etme olasılığı var. Aşırı yapılaşma, betonlaşma, kirlenme tehlikeleri sık sık adanın mendireklerini dövüyor. Biri bitti derken bir başkası geliyor. Oysa başka Bozcaada yok.

Yüzlerce yıl boyunca gezginler Ege’deki yüzlerce  ada arasında en iyi şarapların Bozcaada’dan (Tenedos) çıktığını yaza yaza bitirememişler. Adanın insansızlaştırıldığı dönemlerde bile, ıssız adaya çıkanlar pek çok yerin asmalarla kaplı olduğunu keşfetmişler. 20’nci yüzyılın ilk yarısında, Rumlar adadayken, Bozcaada şarap üretiminde bugün hayal bile edilemeyecek rekorlar kırmış. Mesleği onlardan devralan Türkler de ayakta kalmayı başarmışlar. Bozcaada denince akla üzümler ve şaraplar gelmeye devam etmiş.

HER YER ARSA OLMAYI BEKLİYOR  
Aslında, bu arada, Bozcaada’nın karşısına müthiş de bir fırsat çıkmış: Turizm ile şarapçılığı buluşturma ve ihya olma fırsatı. Son 25 yıldır dünyadaki en kârlı turizmin şarap bölgelerine yönelik turizm olduğu ortada: Toskana, Provence, NAPA Vadisi ve diğerleri…

Bozcaada’nın bunlardan eksiği yok, fazlası var. Peki, Bozcaada’nın bu potansiyeli desteklenmiş mi? Tam tersine, kösteklenmiş. Şarap üretimi ve tanıtımına getirilen engellerle, bir ara çok tutulan Şarap Tadım Günleri bile yapılamaz olmuş. Bunlara rağmen adalı firmalar çıtayı yükselterek adanın geleneğine ve şöhretine layık şaraplar yapma çabası içindeler…

Ancak adanın bağlık alanlarında ciddi bozulma emareleri var. 12 bin dönüm dolayındaki bağ alanlarının olsa olsa 4-5 bin dönümü için ‘bakımlı’ denebilir. İlk fırsatta arsa olmayı bekleyen bozulmuş bağlarla dolu her yer. Adanın has üzümü sayılan ‘kuntra’ ve ‘karalahna’ bağlarında yaşlanma dolayısı ile ürün azalıyor. Onların yenilenmesi şart.

 

Bağ alanlarının bozulmasını ve satılmasını kesin olarak engelleyecek yasalara ve kurallara ihtiyaç var. Adada sayfiye evleri olanların bağlarının bir üretim kooperatifince işletilmesi benim 20 yıl önce ortaya attığım ama hâlâ uygulanmamış olan bir proje. Bence canlandırmakta yarar var.

Bu yıl 4-6 Eylül tarihlerinde yapılan bağbozumu festivali, gelenlerin çoğunun bağlarla ilgisi ve bilgisi olmasa da, coşkulu geçti. Adanın eski patronu ‘bağcılık’ ile yeni patronu ‘turizm’ arasında bağlar kurmak üzere bu türden etkinlikler yararlı olabilir.
Çünkü şenlik nedeniyle adaya gelenlerden bir kısmı bağlara giderek, şarap fabrikalarını ziyaret ederek, bağcı sohbetlerine kulak misafiri olarak ilk kez bu zengin kültürle tanışıyorlar. Ve işte o zaman, Kuzey Ege’deki bu küçük adanın sıradan bir yer olmadığını anlıyorlar.